Küçük Bir Yolculuk…

Değişim her zaman zordur.

Konfor alanımızdan genellikle çıkmak istemeyiz. Rahatsız, mutsuz ya da huzursuz olduğumuz bir ortamda sıkışıp kalmışsak bile, kendimize, ruhumuza işkence etme pahasına konfor alanından çıkmaktan, aslında değişim riskinden kaçarız.

İçimizde tuttuğumuz her şey: yaratıcı işler, yapmak istediğimiz meslekler, çılgın zihni sinir projeler, uçuk kaçık fikirler. İçimizde tuttuklarımıza odaklanırsak, değişimin de başlamasına yardımcı olmuş oluruz.

Hayal ettiğimiz hayata ulaşmak için karar verme zamanı geldiğinde, her birimiz çeşitli korkular ve çekinceler yaşıyor olabiliriz. Önümüzde arzuladığımız hedefe giden farklı farklı yollar olabilir. Bu yolların bazıları kısa ancak karanlık, hızlı değişim yaratan ama aynı zamanda korkutan ve güvensiz hissettiren yollardır. Bazı yollar da daha uzun, daha aydınlık ve daha az risk taşıyanlardır. Yol ayrımına geldiğimizde içimizdeki korkuları dinlemeden kendimize güvenmeli, harekete geçmeli ve hayatın kenarında beklememeliyiz. Aklımızda hep şu cümle olmalı; zannettiğimizden daha güçlüyüz.

Elbette ki her birimizin içinde korkularımızı, endişelerimizi ve kaygılarımızı barındıran bir taraf vardır. Biz buraya cesaretle, kararlılıkla girmedikçe oradaki karanlık daha artar ve daha da derinleşir. Bu tarafın merkezinde alaycı, eleştiren, kıyaslayan, kıskanan ve utanan tarafımız vardır. Bu taraf endişelerimizin, kaygılarımızın ve korkularımızın doğal yaşam alanıdır ve onları sürekli besler. Bize düşen gidip o karanlık tarafla tanışmak, konuşmak ve onu dinlemektir.

Hayat bir mücadele ya da bir oyun olarak görülebilir. Önemli olan sonuç değil, süreçtir. Yıllar geçtikçe ve bizler yaş aldıkça, başarılarımıza karşılık aldığımız ödüllerin niceliği artarken süreçteki hazzımız azalmaya başlar. Çünkü aldığımız riskler arttıkça karşılığındaki ceza korkusu da artar. Çocukluğumuzda yaptığımız bir yaramazlık sonucunda başımıza gelenler ile, iş hayatında yaptığımız bir hata çok ama çok farklı sonuçlar doğurabilir ki bu da stresin oluşmasına sebep olur. Oluşan stresin neticesinde de disiplinli olmak, yapılacaklar listemizi tamamlamak, beklentileri karşılamak, kurallara uymak, hayat mücadelesinde iyi bir konumda olmak için elimizden geleni yapmak derken, başarmak duygusu “andan” zevk almanın önüne geçer ve daha önemli hale gelir.

Soru şudur: Kıymetli ama bir o kadar da kısa hayatlarımızı bitmeyen bir mücadelenin içinde yaşamak istiyor muyuz?

Tabi ki hayır. O halde ne yapmalıyız?

Ödülleri ve cezaları unutacağız, hayat oyununu oynamamızın sebebi bu ödüller ve cezalar olmayacak. İşin ne olduğu önemli olmayacak, sonucu düşünmeden sadece ana odaklanacağız. Birincil önceliğimiz dikkati ve farkındalığı yakalamak olacak ki bu da iç huzurumuzun anahtarını oluşturacak. Bu sayede korkularımız dinecek, stresimiz azalacak ve huzurlu bir kalp ortaya çıkacak.

Bu süreçte farkındalık çok önemli bir konudur. Farkında olmayı başarmak zordur; çünkü fark etmediğin zaman fark etmediğini fark etmezsin. Dikkat bu konuda en önemli yoldur. Farkındalığımızı arttırmak adına dikkat konusu üzerinde çalışmamız gerekir. Bunun da farklı yolları vardır.

Önümüzdeki yolun ne kadar belirsiz ve bizlerin ne kadar kırılgan olduğumuzu düşünürsek, yolumuzda yürümek çok cesaret ister. Korkularımız, kaygılarımız, endişelerimiz sahip olduğumuz her şeyi kaybedebileceğimizi sürekli olarak bize hatırlatırlar. Belirsizliklere karşı kendimizi korumaya çalışırız. Maddi sıkıntı yaşamamak için birikim yaparız ama sonunda paranın yaşantımızda neden olduğu alışkanlıklardan dolayı hala maddi sıkıntı yaşamaktan korktuğumuzu fark ederiz.

Belirsizliğe ve zayıflığa karşı bir korunma yok, çünkü bunlarla yaşamak bu hayattan öğrenebileceğimiz dersin büyük bir bölümü.

Hayatın ne kadar kırılgan olduğunu hissettiğin ve bildiğin halde, yine de onunla dans etmeyi sürdürmek…

Kaybetmek, başarısız olmak, kazalar, hastalıklar, ölüm.

Hayatta bunların hepsi başımıza gelecek ama unutmamamız gereken şey ağaçtaki bir meyve gibi olduğumuz; daldan düşüp toprağın karanlığına gömülmeden, büyüyemeyiz…

Yorum bırakın